Hindistan… Büyülü bir gezegen. Benzersiz bir ülke. Defalarca gitmiş olsam da bitmek tükenmek bilmeyen, ezberlerimi bozmayı başaran ve farklılıklarıyla beni şaşırtan bir dünya.

Ayağımın tozuyla geldiğim Hindistan’a bu defa gidiş nedenim yıllar önce görüşmüş olduğum Dalai Lama’nın Dharamshala’daki öğretilerine katılmaktı. Beraberimde İstanbul Üniversitesi Çocuk Üniversitesi’nden iki genç öğrenci ve onların öğretmenleri de vardı. Bu eşsiz deneyimi 16 yaşındaki bu gençlerle yaşamak ve onları gözlemlemek de apayrı bir keyifti. Dünyalarının değiştiğini görmek ve yorumlarını dinlemek benim için ilham vericiydi.

Döndüklerinde tüm bunları çevreleriyle paylaşacak olmaları da birçok gencin hayatına olumlu etkide bulunmaları anlamına geliyor. Yakında onlarla yaşadığımız bu macerayı İz ekranında da izleme fırsatı bulacaksınız. Son dönemlerde giderek artan bir şekilde Türk turistleri kabul eden Hindistan, dünyadan akın eden turistlere de sahip olduğu değerleri tanıtıyor. Yıllar önce tanıştığım Shyam Saigal’la ilerleyen dostluğum ve benim bitmek bilmez Hindistan seferlerim sayesinde iyice yakınlaştık. O da işini ilerletti ve şimdi ülkesine Türk turistleri getiriyor. Onunla iki gün önce yaptığım sohbette, bundan 20 yıl önce durumun bugünkünden ne kadar farklı olduğunu değerlendirdik. 2009 yılıyla bir sonraki yıl karşılaştırıldığında bile Hindistan’ın aldığı turist sayısında %75 bir artış var.

2007 yılında Hindistan’a gelen turist sayısı 5 milyonu aşmış. Adeta bir patlama yaşayan Hindistan, turizm pazarında Asya ülkelerini sollamaya devam edeceğe benziyor. Hindistan’a varır varmaz renklerle buluşursunuz. Bu canlı renkler, yokluk veya zenginlikten bağımsız hemen herkesi sarmalar. Hinduizm, Budizm, Jainizm ve Sihizm’in doğum yeri olan bu dev coğrafya, kutsal mekânları ve festivalleriyle özellikle yılın bazı dönemlerinde daha da canlıdır. Her bölgesi birbirinden farklı dokulara sahip olan bu ülkede kuzeyden güneye inince tek değişmeyen sizi sarmalayan renklerdir.

Hindistan’ın ilk başbakanı Jawaharlal Nehru şöyle demiş : “Denir ki Hindistan, bu dünyanın dışında ayrı bir dindir, felsefedir, metafiziktir ve rüyalar içinde kaybolmuştur… Hindistan’ı yaşatan ne gizli bir doktrin ne de çilekeş bir öğretidir, Hindistan’ı asırlardır var eden insancıllığı, renkli kültürü ve derin hayat anlayışıdır.”

Hindistan’la ilgili okunacak sayısız dokümanın özeti bu cümlelerde saklı bence. Hindistan’a dokunmayan kimse onu anlayamaz. Onunla buluşmadan sevilemez. Hindistan mutlaka deneyimlenmesi gereken bir macera sunar her ziyaretçisine. Hindistan’ın en önemli su kaynağı olan Ganj Nehri, ülke için hayati öneme sahiptir. Bu sadece ekolojik değil, aynı zamanda dini bir önemdir. Müslümanlar’ın Kâbe’si, Hindular’ın da Ganj’ı vardır. İşte bu derece önemli olan bu nehir, Hint dünyasının atar damarı sayılabilir. Ulaştığı diyarlara bereket taşır. Toprakları sular. İnsanları birbirleriyle buluşturur. 2510 km uzunluğundaki Ganj, Himalayalar’dan doğar. Ona birleşen tüm nehirler ve ondan doğan tüm kollar, Ganj’ı oluşturur.

İnanışa göre Ganj’dan bir damla bile karışsa, o su Ganj’ın bir parçası olur ve mucizesini taşır. Ganj’ın suyunda besleyici ve şifa verici mineraller bulunur. Suyun mineral nitelikleri iyileştirici güce sahiptir. Bu su kesinlikle bozulmaz ve içinde bakteri üretmez. Bu nedenle Ganj kıyılarında yaşayan köylüler arasında cilt hastalıklarına pek rastlanmaz. Hint yarı kıtasının atar damarı olan Ganj’ın sadece dini önemi yok.

Ganj, bu coğrafya için önemli bir su kaynağı. Gündelik yaşamın ayrılmaz bir parçası. Burada insanların hayatları, nehirden ayrı düşünülemez. Sadece günahların affedildiği kutsal su değil, aynı zamanda çamaşır ve bulaşığın da yıkandığı su kaynağıdır Ganj. Hindistan’da hayat inancın gölgesinde sürer. Onların yaşam kaynağı Ganj… Yaşam enerjisini veren Ganj… Ve bu enerji, sabahın erken saatlerinde doruğa çıkar. Hindular da Ganj kıyısına gelmeden güne başlamaz. Ganj, Hindistan’ın en kalabalık şehirlerinden akar… Kanpur, Allahabad, Varanasi, Patna, Kalkütta…

Bu nedenle nehrin ulaşımdaki yeri büyük. Ganj, aktığı her şehirde, iki yakasındaki insanları buluşturan bir su yolu olma özelliğine de sahip. Milyonlarca insan her gün bu kutsal sularla buluşuyor, ona dileklerini sunuyor, günahlarını ona bırakıyor ve tertemiz bir hayata başlıyor. Bu buluşmanın en kutsal olduğu yer ise, “ölümsüz şehir” anlamına gelen Varanasi. Dünyanın en eski kentlerinden biri olan Varanasi, yüzlerce yıldır ölmek için buraya gelen Hindular’ın merkezi. Şehir, Ganj’ın batı yakasına kurulmuş durumda.

Burada ölünce ve küller buradan Ganj’a savrulunca, ruh ikinci kez hayata geliyor… Bu nedenle, Ganj kıyısına inen basamaklar her zaman dolu. Bu basamaklara ‘gat’ adı verilir, gatlar adeta ibadet merkezleridir. Varanasi’de 100’e yakın gat bulunur.

Gün doğumundan gün batımına kadar gatlar doludur. Dünya tüm hızıyla dönerken, bu yarı kıtada sanki yavaşlar ve insanlar da ona ayak uydurur. Hindu dervişleri Sadular ise, dünya nimetlerinden uzakta, zamanın dışında yaşarlar. Hinduizm’deki reenkarnasyon inancına göre, ölümden sonra ruhun başka bir bedenle yaşama dönmesi acı veriyor. Her ne kadar ruh olgunlaşıp, daha iyi koşullardaki bir yaşama dönüyor olsa da, bu gidiş gelişlerin bitmesi gerekiyor. Ruhunu gündelik hayatın esaretinden kurtarmak isteyen Sadular’in çile yöntemleri de çeşitli. Az yemek yiyen, az uyuyan, ve çıplak gezen ‘Naga Sadular’ın tüm zamanı meditasyonla geçiyor… Yaşam Ganj’da başladığı gibi Ganj’da da biter.

Ölümsüz şehrin kıyısından Ganj’a savrulan küllerden ayrılan ruh, ikinci bir bedene hayat verir. 12 yaşından küçükler, hamileler, cüzzamdan ve yılan zehrinden ölenler yakılmadan, bedenlerine ağır taşlar bağlanarak nehre bırakılır. Hinduizm’e göre, onların günahları yok. Dalai Lama Dharamshala’da iki gün öğreti vermiş olan Dalai Lama’nın eğitimine katılmanın ne kadar büyük bir ayrıcalık olduğundan bahsetmek gerekir. Tüm halka açık olsa da, tüm dünyada bu öğretilere katılmak için yanıp tutuşan insanların uçak biletlerini aylar önceden tükettiklerini ve bizim büyük şansımız ve Shyam sayesinde bilet bulabildiğimizi yazmalıyım. Adeta turistlerle dolup taşan kuzeydeki bu küçük şehir, Tibetli göçmenler ve Kaşmirli Müslümanlar’ın bir arada yaşadıkları, rengârenk bir bölge. Dalai Lama sayesinde yıllar önceki halinden çok daha gelişmiş bir halde buldum şehri.

O dönemde Dalai Lama’yla görüşmüş ve onunla seyahat etme imkânı bile bulmuştum. Bugün bu ayrıcalığın önemini çok daha iyi görebiliyorum. Gün içinde verdiği öğretilere katılmak için tapınağına giden binlerce insan arasında bizler de vardık. Güvenlik öylesine sıkıydı ki, içeri fotoğraf makinesi ve kamera sokulmuyordu. Aylar önceden alınan izinler sayesinde bunu başaran yabancı gazetecilerin yanında ben, kişisel durumumuzu anlatmayı başarıp, Dalai Lama’yla görüşmüşlüğümden bahsedip kapıyı bizim için açmayı başarabildim. Ekip üyeleriyle beraber Dalai Lama’nın aynı anda İngilizce’ye çevrilen konuşmasını dinledik.

Barışın, huzurun önemini ve her insanın kendi içindeki gücü görmesini salık veren bu konuşma, gerçek bir bilgenin sözlerini kapsamaktaydı. Bizler de, emekli olmak istediğini henüz açıkladığı böyle bir dönemde onun konuşmasını dinleyebilen şanslı azınlık arasında olabildik. Hindistan’ın Büyüleri Hint kadınlarının ayaklarında halhal; burunlarında hızma, kollarında bilezik eksik olmaz. Rengarenk sarileriyle sokaklarda adeta bir davete gidiyormuşçasına şık dolaşırlar. Çocuklar gözlerinde sürmeleriyle, olgun bakışlarıyla size bir bakış fırlattılar mı, kalbinizden vururlar.

Hindistan Çingeneleri dünyada gördüğüm en güzel insanlardır. Az bulunur bir yetenekle çalgılarını çalar ve dans ederler. Karmakarışık bir trafikte değil kavgaya tutuşmak, kimse birbirine kötü söz söylemez. İnsanlar güler yüzlü ve cömerttir. Hint yemekleri lezizdir. Bir kere tattınız mı, baharat sizin tüm kimyanızı değiştirir. Kısaca Hindistan sizi büyüler.