Avrupa Birliği projemiz hız kesmeden devam ediyor.

Bu defa Almanya’da, ‘Güneş Başkenti’ olarak adlandırılan bir şehirdeyiz. Ülkenin güneybatısında, İsviçre ve Fransa sınırına yakın olan bu şehrin adı Freiburg. Freiburg’u özel kılan şehirde çevre dostu bir yaşamın hakim olması.

Şehir, geniş yaya ve bisiklet yolları, yaygın toplu ulaşımı, az nüfusu ve temiz havasıyla bizim gibi metropol insanları için adeta bir ütopya. İlk bakışta göze çarpan bu özellikleri Freiburg’a ‘Güneş Başkenti’ denmesini açıklamıyor elbette. 200 binden fazla nüfusu olan Freiburg’un nasıl bir eko-şehir halini aldığını anlamak için biraz geçmişine de bakmak gerekiyor.

Freiburg’un asıl özelliği Avrupa’nın ilk çevre hareketinin burada başlamış olması.1973’teki petrol krizinin ardından alternatif enerji kaynakları arasında nükleer santraller de gündeme geldi. Bunlardan biri  Freiburg’un 30 km uzağına inşa edilmek istenince, onbinlerin ayaklanmasıyla müthiş bir direniş başladı. Polisle aktivistler arasındaki mücadele, aktivistlerin lehine sonuçlandı. Freiburg’da yaşananlar bütün dünyadaki aktivistlere ilham kaynağı oldu. Aktivistlerin dayanışması ve mücadelesi sayesinde, bugün Freiburg “Güneş Başkenti” olarak anılıyor.

II.Dünya Savaşı’nın ardından Freiburg yerle bir olmuş. Yeniden inşa, şehrin yüz yıl önceki planlarına sadık kalarak gerçekleştirilmiş. Şehir, ilk trafik yönetimi planını, 1969 yılında yapmış ve bu plan her 10 yılda bir güncelleniyor. Mesafeler insanların yürüyebilecekleri ya da bisikletle ulaşabilecekleri şekilde hesaplanmış. 1973’te de, şehir merkezi, araç trafiğine kapatılmış. Bugün Freiburg’da 30 km tramvay ağı, 400 km bisiklet yolu, 9000 bisikletlik park alanı var. 2020 yılında şehir ulaşımının %24’ünün yaya, %27’sinin bisiklet, %20’sinin tramvay ve %24’ünün motorluaraçlardan oluşacağı şimdiden planlanmış durumda. İşte bu politikalar sayesinde, 1992 yılında Freiburg, Almanya’nın çevreci başkenti seçilmiş.

2010 yılında da, Londra merkezli Şehircilik Akademisi, Freiburg’u, 2010 yılının Avrupa Kenti ilan etmiş. Nükleere hayır diyen Freiburg’da, enerji ihtiyacının nasıl karşılanacağına dair çözümler aranmaya başlandı. Çözüm önerisini getiren, aktivistler arasında da bulunan, mimar Rolf Disch ve ekibiydi. Sürdürülebilir enerji kaynakları üzerinde çalışan Disch, hep var olan ve bedava olan güneşi yaşam alanlarında enerji kaynağı olarak kullanacak evler tasarladı. Öyle ki bu evler, sadece kendi ihtiyacı olan elektriği üretmekle kalmayacak, tükettiğinden fazla üretip, fazlasını kamu güç şebekesine satacaktı. Bu evlere “plusenerji” evleri dendi. Tabiri caizse, Freiburg’a ‘güneş çağını’ getiren Disch ve ekibinin ilk plusenerji evlerinden biri olan Heliotrop, yine doğadan ilham alınarak tasarlanmış. Tıpkı ayçiçeği gibi güneşle beraber dönen Heliotrop’un ön tarafı tamamen cam kaplı.

Binanın arka bölümünde ise camlar daha küçük ve yalıtım güçlü. Kışın, büyük camlar güneşe döndürülürken, yazın tam tersi uygulanıyor. Bu şekilde mevsime göre döndürülen bina, yazın serin ve kışın sıcak kalabiliyor. Heliotrop’un ardından, artık “Güneş Mimarları” ekibi olarak tanımlanmaya başlayan Disch ve ekibi tabii ki boş durmadı ve Freiburg’un 4 km güneyinde,tamamı plusenerji evlerinden oluşan yepyeni bir semtin doğmasına öncülük etti. Vauban, eski bir askeri tabanlı üssün yerine kurulmuş. Berlin Duvarı yıkılana kadar Fransızlar tarafından işgal edilmiş olan Vauban, bugün ciddi anlamda ikametgah krizi yaşanan bir yer çünkü herkes burada yaşamak istiyor. 5000 kişilik semtte ulaşım sadece bisikletle sağlanıyor. Araba kullanmak isteyenler, semt sakinlerinin oluşturduğu araç paylaşımı birliğinden uygun fiyatlara kiralayabiliyor.

Hız sınırı ana caddelerde 50 km, sokak aralarında ise sadece 30. Hatta bazı caddelerde arabaların yürüme hızını geçmesi bile yasak. Vauban’da araba park alanları semtin dışında bulunuyor. 1000 kişiye 165 araç düşüyor. Freiburg’da bu sayı 400, Almanya genelinde ise 500 araç. Freiburg her adımda bizi şaşırttı diyebilirim. Şehrin kuzeyindeki Freiamt Köyü enerjisinin %140’ını üretebiliyor. Bunu da biyokütle sayesinde, yani hayvan gübresi ve mısır karışımıyla yapıyor. 90 gün özel havuzlarda biriktirilen biyokütleden çıkan metan gazı sayesinde, köyde yılda 13 milyon kilowatt saat elektrik enerjisi üretiliyor. Freiburg’da temiz enerjinin girmediği alan yok. Gündelik yaşamın baş aktörü olan güneş panellerinin üretildiği fabrika da, tahmin edilebileceği gibi temiz enerjiyle çalışıyor. Solar Fabrik adındaki fabrika,1998’den beri dünyada sıfır karbon emisyonuyla çalışan az sayıdaki fabrikadan biri. Freiburg’daki futbol stadyumu da,tribünlerinin üzerine döşenmiş 2200 metre karelik fotovoltaik paneller sayesinde yılda yaklaşık 2,5 milyon kilowatt saatlik elektrik üretebiliyor.

Tüm bunların yılda 1800 saat güneş alan bir şehirde başarıldığını yazmam gerek. Türkiye ise yılda ortalama 2600 saat güneş alıyor ve özellikle Güneydoğu Anadolu’da bu ortalamanın çok üstünde illerimiz var. Yine de ümit yok değil çünkü ülkemizde de yeni çıkan bir yasayla insanlar artık kendi elektriğini üretip, fazlasını ana şebekeye satabilecekler. Ancak bunun yanında bizi bir nükleer maceranın beklediğini de belirtmek lazım. Fukuşima’dan sonra Almanya’da alınan karar, 10 yıl içinde tüm nükleer santrallerin kapatılması yönünde. Hatta Alman hükümeti 2050 yılına kadar enerji üretiminin tamamını yenilenebilir kaynaklardan elde etmeyi hedefliyor. AB ülkeleri de bugün varolan toplam enerjideki %8,5’luk yenilenebilir enerji payını, 2020’de %20’ye çıkarmayı hedefliyor. Freiburg’da ‘kalıcı şehir gelişimi’ temelinde bir yaşam sürmekte. Yani her adım, ekolojik, ekonomik ve sosyal gerekler bir arada düşünülerek atılıyor. Ekolojik şehir olan Freiburg’da, ekonomi ile çevre, uyumlu hale getiriliyor. İnsanlar yaşam kalitelerini yükseltirken, yaşadıkları çevreyi de tahrip etmiyor.