2011 yılında hazırladığımız “İstanbul’un Saklı Kovanları” isimli belgeselimizin ardından arılar dünyasının içine girmiş, bu dünyanın bize sunduğu benzersiz lezzetleri tatmış ve onlardan bir daha kopamayacağımızı anlamıştık. Geçen yaz başladığımız Türkiye bal çekimlerine bu yıl da devam ediyoruz. Arıcı arıcı çiçeklerin peşinde koşmaya narenciye balı ile devam ediyoruz.

Finike, Nisan ayında narenciye çiçeklerinin baş döndürücü kokusuyla sadece bizleri değil, turistleri de kendine çeker. Sezon tam açılmamış bile olsa, oteller yerli ve yabancı turistlere hizmet etmeye başlar. Hava günden güne afetten yaza çevirse de, kuzey ülkelerinden gelen turistler için deniz sezonunu açmanın zamanı gelmiştir.

Narenciye balı, ülkemizde marketlerde satılmasa da, arıcılar yakın çevrelerine bu balı sunabiliyor. Bugüne kadar narenciye balı tatmamış olan bizler için de bir ilk. Çiçeklerin kokusu baş döndürücü olunca, balın tadı da insanı büyük beklentiler içine sokmuyor değil.

Arıcı dostumuz İsa Çiftçi ve eşi Durdu Çiftçi’nin arılıkları aynı zamanda evlerinin bahçesi.

İsa Bey’in narenciye ağaçları arasındaki kovanlarında yoğun bir çalışma hakim. Benzersiz bir çabayla nektara uçan arılar, peteklerini doldurmuş ama İsa Bey henüz sağımı yapmamış. Bahçede dolaşırken, bizler gibi beton yığınları arasında yaşamaya alışkın insanların ağzını tek sulandıran narenciye balı değil elbette. Tek tük de olsa ağaçlarda turuncu renkleriyle gözlerimizi alan portakallardan da tatmak için sabırsızız. Kibarlıktan çay kahve ikramlarını pas geçen bizler, Durdu Hanım’ın bir tepsiye hemencecik doğrayıverdiği portakallara adeta yumuluyoruz. Böylesi lezzetli portakallar, lezzet hafızamızın en derinlerinden tekrar gün yüzüne çıkıyor. Korkarım ki, İstanbul’da bir daha portakal beğenemeyeceğiz.

Portakala doyduktan sonra sırada, arıcı dostların ikram ettikleri taze narenciye poleni tadımı var. Taze poleni piyasada bulmak zor ve işin aslı poleni taze tüketmek gerekiyor. Polenlerin taze kalabilmeleri için de, her gün kovan altlarındaki çekmecelerden toplanıp, derin dondurucuda saklanmaları mühim. Aksi halde fermante olabilir, bozulabilir veya kuruyabilirler. Taze narenciye poleninin tadı anlatmakla bitmez ama adeta portakal çiçeklerini taze taze yiyormuşçasına leziz olduğunu yazmak yeterli olacaktır.

Bölgede birçok arıcı var, sadece yerel arıcılar değil, gezginci arıcılar da Finike’ye narenciye balı için geliyorlar. Narenciye sezonu iyi geçerse, arıcılar ballarını bölgede sağıyor ve satıyor. Sonra başka bölgelere yola çıkıyorlar. Nerede çiçek varsa oraya. İsa Bey de Finike’de narenciye balını aldıktan sonra Elmalı’ya, oradan da Konya ve Muş’a gidermiş. Eşi Durdu Hanım’la birlikte yıllar boyu gezginci arıcılık yapmışlar ancak son yıllarda Durdu Hanım, İsa Bey’e eşlik etmiyor.

Gezginci arıcılık yapanlar çoğu zaman ailece yollarda olurlar. Arıcılık karlı bir iş ama her iş gibi sevmezseniz yapması mümkün değil. Cefası çok ve bu cefalar arasında belki de en önemlisi, aylarca ailenizden uzak kalmanız. Kimileri yaz aylarında ailece seyahat eder ama kovanların insanlardan uzak, şehrin dışında, tabiri caizse dağ başında bulunması gerekliliği, arıcıların ve ailelerinin barakalarda ya da çadırlarda yaşamaları anlamına gelir. Anadolu coğrafyasında çiçek peşinde dağ bayır kimi zaman aileleriyle, kimi zaman yalnız konup göçen arıcıların sürdürdükleri hayat, yediğimiz bal kadar tatlı değil. Bu nedenle arıcılık sevilmeden yapılacak bir iş değil.

Finike’de bir kadın arıcı olduğunu duymuş ve onunla çekim yapabilmeyi ümit etmiştik. İsa Bey aracılığıyla sonunda ulaştığımız Arzu Aldemir, İstanbul’dan ayağının tozuyla gelmiş ve Hasköy’deki arılığında bizi bekliyordu. Arzu Hanım’ın arılığına bir kadın eli değdiği uzaktan bakınca bile belli oluyordu. Hava kararıyor olmasına rağmen, kendisiyle röportaj yapmayı başardık. Bir kadın olarak gezginci arıcılığı Türkiye coğrafyasında nasıl devam ettirebildiğini sorduk. Şu da bir gerçek ki, Arzu Hanım’ın cesareti daha onu görür görmez kendini belli ediyor. Onun gibi cabbar bir kadının elinden gelmeyecek iş yok.

Arıcılığı sadece sevmekle kalmayıp, bu işi de büyük bir titizlikle yapan Arzu Aldemir gezdiği bölgelerde barakasında kalıyor. Barakası tertemiz, mutfak, salon, divan hepsi tek odalık bir hayatı var Arzu Hanım’ın. Poleninden, balından tadıp, adeta narenciye lezzetlerinin tümünü damağımıza hapsettikten sonra, Arzu Hanım’la doğuya gideceği zaman tekrar buluşmak üzere sözleştik. Onun gibi tek başına yollarda olan arıcıların hayatlarının daha yakından tanığı olmak için, onlarla seyahat etmek de gerekiyor.

Arzu Hanım’ın portakal kokulu balını yedikten, çayını içtikten sonra; onun can yoldaşı olan köpeğiyle biraz oynadık. Arzu Hanım’ın en büyük derdi işçi sıkıntısı. Çalıştıracak işçi bulabilmek bir yana, bulduğu zaman da kadın olduğu için onun sözünü ciddiye almayanlar çıkıyormuş karşısına. Hemen yol verdiğini anlattığı bu tür insanlardan etrafında çok var belli ama çözümü yine onda. “Kadın çalışacak, üretecek.” diyor; tek başına da olsa kendi işini yapabilecek güce sahip. Arzu Hanım’ın motivasyonu ve enerjisi takdire şayan. Önümüzdeki dönemde onun ve diğer arıcıların izinden Türkiye’nin bol çiçekli coğrafyalarında dolaşmaya devam edeceğiz.

*Coşkun Aral’ın bu yazısı Tourism Today dergisinde yayınlanmıştır.