Belgeselci ve gazeteci Coşkun Aral, IŞİD saldırısıyla yerle bir olan Kobani’den kaçıp İstanbul’a sığınan çocukları, karın şehri esir aldığı günlerde tarihi yarımadada fotoğrafladı. (Bu yazı ilk kez 28 Şubat 2015 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmıştır)

Dünyanın gözünü diktiği Kobane’ye gitmek için gün sayıyordum. Ama İstanbul’u teslim alan kar benim de yerimden kıpırdamamı engelliyordu. Ağustos ayında İsveç’te açacağım “Mülteci Olmak” sergisi içindi hazırlığım. Uzun mesafeler gidemesem de beklemek bana göre değildi, fotoğraf makinemi kaptığım gibi tarihi yarımadaya doğru yola çıktım. İhtişamlı Süleymaniye Camii’nin duvar diplerinde, karlarla örtülmüş, adeta savaş sonrası yıkıntıları andıran kentsel dönüşümün molozları içinde onları gördüm. Kobane’ye gidememiştim ama nasıl bir talihtir ki Kobane’den çocuklarla İstanbul’da karşılaştım. Arafta kalmış hayatlar gibiydiler.

Hava buz gibiydi ama çocuklar oyun peşindeydi. Çocukluğumda annemden öğrendiğim Arapça, yıllar boyu Ortadoğu’nun savaş tarlalarında işime yaramıştı. Kürtçe, Arapça konuşan çocuklarla sohbet etmeye başladım.

IŞİD’in gözü dönmüş cellatlarından kaçmış, aileleriyle birlikte dünyanın mega kentlerinden biri olan İstanbul’a sığınmışlardı. Şimdi de boğazlarına dondurucu soğuğun bıçağı dayanmıştı. Savaşın bahtsız sürgünleri bu çocuklar, topraklarında henüz filiz vermişken sökülmüş ekinler gibi ortalardaydılar işte. Burada da oradaki gibi bıçak sırtı bir yaşamın kucağındaydılar.

Bölgedeki yıkıntılar arasında yaşam savaşı veriyor, çöplerden buldukları yiyecek artıklarıyla karınlarını doyuruyor; etraftan topladıkları tahta parçalarını yakarak ısınıyorlardı. Kimileri de geri dönüşüm için kağıt toplayan Roman vatandaşlarımız için çalışıp, hayata tutunmaya uğraşıyordu.

Suriyeli çocukların fotoğraflarını çekerken onların ayaklarının altındaki molozlarda gözüme kırık bir mezar taşı çarptı. Refleksle mezar taşının fotoğrafını da çektim. Bir taşın hesabını sormaya ant içmiş bir millet olan biz, konu yaşayanlara geldiğinde daha az duyarlı oluyorduk. Ya da belki burada taşlar da insanlar da değersizdi…

Kim demiş ki dünyada adalet var? Pek tabii yok, üstelik fark ederek veya etmeyerek bu adaletsizliğe bizler de ortak oluyoruz. Aklımda bir soru takıldı: Bir gün şu dünyada, beraberce huzur içinde yaşamayı becerebilecek miyiz?