Coşkun Aral’ın gazeteci Ergin Konuksever’i anlattığı bu yazı ilk kez17 Ekim 2015 tarihliCumhuriyet gazetesinde yayımlanmıştır.

Babıâli’de huzur ne zaman vardı diye soruyorum kendi kendime. Huzurun hâkimiyeti bir an kadar kısa olunca, böyle sorguluyor insan. Bu düzen hep böyleydi belki de, iki ileri bir geri. Farkı yaratan, haksızlıklara başkaldıran gazeteciler olmasa, parlak geleceğe inancını tümden yitirebilir insan, kim bilir? Bunlardan biri, mahallemizin “Ergin Abi”si, 60 yıldır Babıâli’nin birçok durağına uğramış, defalarca kovulmuş, alışkanlık olsa gerek, tek kereliğine istifayı bile tatmış. İstifa tepkisi Cumhuriyet’e karşı. 1970’lerde gazete yönetiminin değişip başta İlhan Selçuk olmak üzere mevcut kadronun büyük bölümünün kovulmasını içine sindirememiş. Neyse ki, Cumhuriyet bir süre sonra geçmişte olduğu gibi eski ekibiyle buluşmuş. Ergin Abi’nin 60 yıllık Babıâli yolculuğunda en mutlu olduğu kurum “Cumhuriyet.”

Biz yeniyetmeler 70’li yıllarda onunla tanışıp, şemsiyesi altında, öncülerinden olduğu foto-muhabirliği mesleğine meylettiğimizde şanslı sayılırdık. Ben, Savaş Ay ve Namık Koçak, Ergin Abi’nin gazetesi Günaydın’a, Kıbrıs gazisi olarak döndüğünde tanışmıştık. Yaralı olmasına rağmen, o dönemde gündeme gelen, “öğrenci olayları” olarak tanımlanan sağ-sol olaylarına beraber gidiyorduk. İhtiyaç duyduğumuz objektifleri, flaşları ve o dönemde altın kadar değerli olan filmleri ondan temin ettiğimiz gibi, ulaşımın zor olduğu İstanbul’da evlerimize dönemediğimizde çok değerli eşi Günay Abla’nın gecenin geç saatinde bizler için hazırladığı lezzetli yemekleri yer, evin geniş koltuklarında geceyi huzur içinde geçirirdik. Malum, o zamanlar da tıpkı bu zamanlar gibi huzur kıymetli. Biz de kıymetini bilirdik.

40 yıl sonra, onun öğrencileri olarak, adına yapılan bir belgeselin gösterimi gündeme geldiğinde Namık ve ben, aramızdan ayrılan Savaş’ın yokluğunu da hissederek, Ergin Abi’nin evindeydik. 40 yıl hiç geçmemişti, bizler hâlâ 18-19 yaşlarındaydık. Günay Abla’nın da Ergin Abi’nin de sağlık sorunları var ama dimdik ayaktalar. Oğulları Timuçin’in çocukları büyümüş bile, bebekliğini bildiğimiz Tuğba da anne olmuş. Şimdi onlar kendi aileleriyle kendi yuvalarında. Sanki herkes yaş almış da, biz hep aynı yaşta kalmışız gibi. Neredeyse gelmişiz 60’lı yaşlara, hayat hangi ara akıp gitmiş, şaşkınız. Evde Ergin Abi’nin at ve atçılık tutkusuna ilişkin heykeller, tablolar, aksesuarlar ve gittiği her yerden getirdiği antik silahlar… Ev bu defa müzeden farksız görünüyor gözüme. Kendi evime mi benziyor ne?

Medyaya girişi

Ergin Abi’mizin belgeselde pek bahsetmediği olaylar ve dönemlere ilişkin sorularım var. Özellikle de Babıâli’ye girişine ilişkin. Ben soruyorum, o anlatıyor.

1956 yılı, yani benim doğduğum yıl, Orhan Veli’nin kardeşi Adnan Veli’nin desteğiyle, Vatan gazetesine girer. İlk haberi de ünlü şair Orhan Veli Kanık’ın Atlas Sineması’ndaki anma toplantısı. Vatan gazetesinin patronları arasında kimler yok ki… Ahmet Emin Yalman, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Naim Tirali, Ali Gevgili gibi ünlü edebiyatçıların ortak olduğu gazeteden askerlik nedeniyle ayrılmak zorunda kalır.

Askerliği de pek bir olaylıdır. Suriye sınırında süvari birliğinde takım subayı olarak görev yapan Ergin Konuksever, 27 Mayıs 1960 darbecilerinin tasfiyesi için 1962’de darbe girişiminde bulunan genç subaylar Talat Aydemir ve arkadaşlarıyla tanışmıştır. Askerlik görevinin ardından başladığı Yeni Sabah’tan, bir ilaç haberi yüzünden patron Sefa Kılıçoğlu tarafından işten atılır. Sonra 1.5 yıllık Hürriyet macerası ve ilk üniversite olayları… 1963’lerde Nevzat Yalçıntaş’a ilişkin yaptığı bir haber yüzünden yine kovulur. Malik Yolaç’ın Akşam gazetesi, Saklambaç’ta magazin muhabirliği dönemi… Magazin muhabirliği zorunluluktan ama yayın hayatına yeni başlayacak olan Günaydın da aynı binada. Böylece Günaydın’da muhabirliğin kapısı açılır.

1968 olaylarının başında bu kez üniversite muhabirliğine başlar. Günaydın’dan ayrılmak zorunda kalır çünkü karanlık oda görevlisini bir temiz dövmüştür. Cumhuriyet’e başlayan Ergin Konuksever, buradan da istifa edecektir. Günaydın’da yeniden işe başlar ve bu süreçte dünya çapında röportajlar yapar. Kıbrıs Barış Harekâtı’nda yaptığı röportajlar sırasında yaralanarak, meslektaşları Adem Yavuz ve Cengiz Kapkın’la beraber EOKA-B’ye esir düşerler. Savaş ortamında bile verdiği Hipokrat yeminini unutmayan bir Rum doktor tarafından yarası tedavi edilen Konuksever, Limasol’de bir cezaevine sevk edilirken, Adem Yavuz ve Cengiz Kapkın ayrı bir yere nakledilirler. Nakil sırasında gözleri bağlanarak kelepçelenen iki gazeteciden Adem Yavuz, bir Rum tarafından karnından vurulur. Günler sonra uluslararası girişimlerle serbest bırakılıp Türkiye’ye gönderilir ama yarasının enfeksiyon kapması sonucu şehit olacaktır.

Kıbrıs Barış Harekâtı’nın ardından ülkesine dönüp günlerce yaşadıklarını seri bir röportaj yapan Ergin Konuksever’le, tam da bu dönemlerde tanıştım. Dünya çapındaki bu başarısının karşılığında, ödül olarak verilen bir Alaska gezi röportajı, yıllarca çalıştığı Günaydın gazetesinden bir daha kovulmasına yol açar. Genel yayın müdürünün emri ve desteğiyle, 10 gün boyunca gazetede sayfalarca yayınlanan bu röportaj, patronun tepkisini çeker ve Haldun Simavi tarafından kovulur. Aynı şekilde iki sene sonra aynı gazeteden yine bir haber yüzünden kovulduğum için bu, ustamın yolunda olduğumu gösteren iyi bir göstergeydi. Ergin Konuksever, Babıâli yokuşunda Milliyet gazetesinde de çalışır ve tahmin edileceği gibi oradan da kovulur. Bu art arda kovulmalara yönelik insan sormadan edemiyor tabii. “Niye hep kovuldunuz?” Onun cevabı da ders niteliğinde: “Haksızlık karşısında lafımı esirgemediğimden.”

Nezih Demirkent’in genel yayın yönetmeni olduğu dönemde tekrar Hürriyet’e başlayan Ergin Konuksever, gazete adına İran Savaşı’nı izler; röportajları yayınlanır ancak döndüğünde vaat edilen kadrosunun yapılmadığını fark eder. Bunu Demirkent’e sorduğunda 30 yıllık meslektaşından “Seni deneyeceğiz.” cevabını alır. Bu akıbete uğramamış gazeteci bulunmayan ülkemizde, yaşamı boyunca gazetecilik yapmadan basın emekçilerine karşı böyle davranan patronlarla mücadele biter mi? Tabii ki bitmez. Uzan’ların eline geçen Hayat Dergisi için Irak’a giden Konuksever, röportaj dönüşü yine aynı şekilde kendisine vaat edilen maaş ve kadroyu bulamaz; üstüne derginin sahibi Kemal Uzan tarafından hakarete uğrar. Bu münakaşanın sonu mahkemede bitecektir.

Ergin Abimiz o günden bugüne serbest gazetecilik yaptığı gibi gerek ülke gerek dünya gündemini takip ediyor. 60 yıl önce başladığı foto-muhabirliğine hâlâ devam ediyor. En önemlisi Türkiye’nin yakın tarihine ilişkin müthiş fotoğraf ve belge arşivi ile meslektaşlarına destek oluyor. İyi ki varsın Ergin Abi…