Coşkun Aral ile KalDer Bursa tarafından düzenlenen Kalite ve Başarı Sempozyumu’ndaki konuşması sonrasında bir araya gelen, Hürriyet’ten Sibel Bağcı Uzun, dopdolu bir röportaj gerçekleştirdi.

– Yıllarca, “Televizyonda ne izliyorsunuz?” diye sorulduğunda “belgesel” cevabı öncelikli oldu. Ancak Türkiye’deki belgesel izlenme oranlarına baktığımızda hiç de öyle olmadığını gördük. Siz yapımcı olarak bu durumu nasıl yorumlarsınız?

Öncelikle toplumun gelişmişliği ya da gelişmemişliği diye açıklayamayız, haksızlık yapmayalım. Tematik kanallar bile yıllarca belgesel kotası altında televole programları, gezi programlarıyla haklarını kullandılar. Belgeseli ceza diye veriyorlardı. Halk da belgesel diye izledi. Bazı toplumlarda çocuksuluk daha yaygındır. Ama bunun nedeni ırklar, topluluklar, inançlar değil kadındır! Kadın üretimde daha fazla yer alırsa çocuğuna olması gereken sürede eğitimini verir, sonra kendi yaptığı ile övünür. Yıllarca üniversiteye girmek için çabalayan kadınlar, mezun olduktan sonra evlenip kocam istemiyor diyerek çalışmıyor. Eğitimli, eğitimsiz fark etmez şu anda kadın programlarını izleyerek zaman öldürüyorlar.

– Ailesine nasıl yansıyor bu durum?

Anne ile çocuk arasında bir organik ihtiyaç vardır. İnsan diğer canlılar arasında da uzun süre annesine ihtiyaç duyan tek varlıktır. Ancak çocuğun doğuştan itibaren ihtiyaç duyduğu şeyler annede formasyon varsa olur, yoksa olmaz! O süre içerisinde anne ile çocuk arasındaki ilişkide, anne çocuğuna daha çok motivasyon vermek, daha çok çözümcü yolları göstermek, sorgulayıcı olmasını sağlamaktan ziyade maalesef çocuğunu bir yatırım aracı olarak görmeye başlıyor. Evliliğini kendi isteğiyle de yapmamışsa asıl yapması gerekenlerden kopup özellikle oğlunu kendisinin görmediği ideal koca olarak yetiştirmeye çalışıyor. Mükemmel anneliği böyle sanıyor.

– Önce kadın üretimde yer almak isteyecek ve mücadele edecek diyorsunuz?

Kadının üretime erkekle beraber girdiği dönem sanayi devrimidir. Yüzyıllar boyu birilerine bir şeyi ispat etmek için değil, verdiği emek karşılığı kendi hak ettiğini alma mücadelesine girmiştir. Bu da kadına mücadeleci, sorgulayıcı olma gücünü sağlıyor. Biz henüz bu aşamaya gelemedik. Salt bugünkü iktidarlar değil, dünyada da ikinci dünya savaşının yaşandığı dönemlerde de yaşandı. Farklı politikalar gereği kadının kendi bilinciyle, yaşamından daha kaliteli anlamlar çıkarmasındaki yol kapatıldı. Bunun yerini kadının yaşamını kısıtlayan merdiven altı inanç tüccarları aldı.

HERKES ÇOCUKLAŞTI

– Toplumda yaygın dediğiniz çocuksuluk, neyin göstergesidir? Ne anlamalıyız?

Bakınız, belgesel sadece aslanlar, ceylanlar demek değildir. Belgesel her şeydir! Yaşamın içindeki her şeyin belgeseli yapılabilir. Ancak kadın üretimde olmazsa, sorgulayan bir nesil yetiştirmezseniz belgesele de ihtiyaç duymazsınız. Sizin derdiniz önce eşiniz dostunuz ne diyecek olur. Bir toplumda insanın ihtiyacı olan salgılara dair konular gündemdeyse, mesela kolay ünlü olma, kolay kazanç, kolay elde etmeye endeksliyse, öncelikli konular bunlardır. O da nedir; gelin kaynana, bul karayı al parayı gibi programlardır. Bu da bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyaç ekonomik sıkıntılarla birlikte artar ve herkes bir sihirli değnek gibi çocuklaşmaya başlar. Bir anda yetişkin diye tanımladığımız kişiler çocuksu oluyor ve ihtiyaç duyduğu diğer alanlara koşuyor. Böyle bir toplumda da belgesel izlemezsiniz.

Fotoğraflar: Duygu Özbekçi Milli

Röportajın tamamını okumak için TIKLAYIN.