Savaş’la defalarca ölüm korkusunu birlikte yaşadığımız, coşkuyu ve sevinci paylaştığımız bu yoldaşlıkta, karakterlerimiz zıt olsa bile birbirini tamamlayan yapboz parçaları gibiydik.
Günaydın Gazetesi’nde üç günlük ekonomi ve yine üç günlük futbol muhabirliği stajında şeflerin gözüne giremeyince, Babıali yokuşunda boynumda makinam sokak muhabirliğine soyundum kendimce. Bir gün, Sirkeci Doğubank İş Hanı civarındaki fotoğraf mağazalarında hayalimdeki makinalara bakıp rüyalara dalmış dolaşırken, bağırış çağırış arasında bir gencin yaka paça derdest edilmesine tanık oldum. Yarı refleks ilk makinamla birkaç kare çekiverdim. Kapkaççı olduğunu öğrendiğim genç, polislere teslim edilirken mesleğin ilk kuralının takip etmek olduğunu hatırladım. İki sivil polis gencin kollarını büküp, Doğubank’ın hemen arkasındaki Emniyet Müdürlüğü’ne yollandılar. Ben de peşlerinden. O güne kadar sadece dışarıdan bakıp içeriden yükselen çığlıklarıyla tanımaya çalıştığım Sansaryan’a elimde makinam, önümde yakaladıkları kapkaççı ve bir de meraklı kitlesiyle birlikte giriverdim. O dönemde özellikle gözaltına alınan, tutuklanan, suçlu, suçsuz, siyasi, adi her ölümlü için esrarengiz olan bu binaya ilişkin inanılmaz öyküler dinlenmiş ve ilk kez girme fırsatı bulmuştum. Fotoğraf çekerken hiçbir müdahale olmadığı gibi bana poz veren sivil ve giyimli polislerin hiç de korkulacak insanlar olmadığını farkettim. Bir anda omzuma yapışan bir elle irkildim. ‘Haydi genç meslektaş, gel seni basın odasına götürüp arkadaşlarla tanıştırayım.’
Günaydın Gazetesi’ndeki ilk haftamda, sevimli güleç yüzüyle beni selamlayan Fehim Yener abimdi karşımdaki. Üstelik beni tanımış, basın odasına götürmüştü. Tüm bunlar inanılmazdı benim için. Binanın birinci katında genişçe bir odada, fotoğraf makinalarının konduğu bir masa, iki telefon ve sohbet halinde ülkemin en önemli polis muhabirleri: Selahaddin Güler, Uğur Cebeci, Ahmet Kapak, Kemal Diyarbekir gibi haberlerinden tanıdıklarım. Aralarında da benim akranım biri. Fehim Abi beni, Günaydın Gazetesi polis muhabiri olarak tanıtınca, boynunda Canon FT’siyle, bıyıklı genç arkadaşım da ayağa kalkıp kendini tanıttı: ‘Ben Savaş Ay, Dünya Gazetesi!’ Bu 40 yıl sürecek yoldaşlığın ilk anıydı. Emniyet Müdürlüğü’nün kasvetli binasında, basın odasında başlayan tanışıklığımız, ülkemin o günlerde sağ-sol çatışması diye adlandırılan sokak savaşlarından ölüm tarlalarına, Büyük Sahra’nın kızıl kumlarından balta girmemiş ormanlarına kadar uzanan meslektaşlık, arkadaşlık ve gerçek bir dostluğa dönüşecekti. Defalarca ölüm korkusunu birlikte yaşadığımız, coşkuyu ve sevinci paylaştığımız bu yoldaşlıkta, karakterlerimiz zıt olsa bile birbirini tamamlayan yapboz parçaları gibiydik. Rakip olmamıza rağmen, gece-gündüz demeden, İstanbul’da yaşanan önemli olaylara birlikte gidiyor, zaman zaman kendi imkanlarımızla, otostop filan yapıp, Anadolu’da bazı olaylara da ulaşıyorduk. Kafamızda kurmayı düşündüğümüz fotoğraf ajansı fikri belki gerçekleşmedi ama Time Dergsi’nde bir fotoğrafım, ortak Aral-Ay imzasıyla yayınlandı.
O günlerde Sivas, Çorum, Maraş ve Malatya’da yaşanan alevi katliamlarına, Güneydoğu’da ilk terör eylemlerine yaptığımız tanıklıkların ardından, komşu İran’da yaşanan iç savaşta ve Polonya Gdansk’ta birlikte röportajlar yaptık. 1980’de yaşanan askeri darbe ardından, bu kez çalıştığımız Sipa Press bünyesinde yurt dışında yaşamaya başlamamız bizi ayrı ülkelere dağıtsa bile, yine orta noktalarda buluşup kolektif çalışmalar da yaptık. Ben Paris’e, o da ailesiyle birlikte Londra’ya yerleşmiş olmasına rağmen ortak konularla buluşma fırsatı yaratıyorduk. Bunların en önemlisi Kuzey İrlanda’da IRA militanı parlamenterlerin cezaevindeki ölüm oruçları ve ardından başlayan ayaklanmalar olmuştu. Sırasıyla Lübnan, Afganistan, İran-Irak savaşları, zaman zaman Türkiye’de gündeme gelen olaylar da bizi bir araya getiriyordu. Benim 1980 yılında içinde bulunduğum uçağın kaçırılmasıyla gerçekleştirdiğim röportajdan birkaç sene sonra Savaş da, tesadüf eseri bulunduğu Karaçi’de, PanAm’a ait bir uçağın kaçırılmasına tanık olmuştu. Mehmet Ali Birand’ın TRT’de başlattığı, bir dönem Türkiye’de en çok izlenen 32.Gün programı her ikimiz içinde foto muhabirliği dışında yeni bir kulvar açtı. Savaş Ay’ın A Takımı ile Türk televizyon tarihinde bir ilk olarak başlattığı yayın formatında bir yıllık beraber çalışmamızın ardından yollarımız ayrıldı ama ilkelerimiz ve meslek anlaşımız değişmedi.
Savaş’ın bana ilk vedası üç yıl önceydi. Ortak arkadaşlarımızın Halit’le hastaneye gittiğimizde yoğun bakımdan yeni çıkmıştı. Bizleri korkutmuştu. O yine muzipliğini yapmış, ölümle ve bizlerle dalga geçmişti. Ne var ki bundan bir yıl sonra 9 Kasım günü sanki bir parçam vücudumdan koptu, Savaş bizleri bıraktı gitti. Savaş’ı kendi üslubuyla tanıtmam gerekirse zımba gibi, çakı gibi, bir adamdı. Güçlü, ikna edici, çok okuyan, iyi dinleyen, hazırcevap, insana göz seviyesinden bakan cesur yürekti. Şairdi, hatipti, her tür enstrüman çalan, gittiği ortamı dolduran bir adamdı. Kavga etsek de, birbirimize küsüp küsüp aralıklı olarak görüşmesek de, birbirimizi kolar mesleki olarak kıskanırdık. Ne var ki, onun bitmeyen enerjisi sınır tanımayan meslek aşkıyla yaptığı haberciliği bizi birkaç kez katlardı. Beni ve sevenlerini erken terk etti. Ruhun şad olsun sevgili kardeşim Savaş.