Can Dündar tarafından kaleme alınan bu yazı ilk kez, 8 Ekim 2011 tarihli Milliyet’te yayımlanmıştır.

Gazetecilikte İlke Dersleri

Gökşin Sipahioğlu’nun “Sipa okulu”ndan yetişmiş yüzlerce basın fotoğrafçısından biriydi Coşkun Aral… 1973 doğumlu ajansa, kurulduktan 4 yıl sonra katılmış, 1993’te de ani bir kararla ayrılmıştı. Ustası Sipahioğlu’nu bize anlatmasını istedim. Gazetecilik okullarında öğretilebilecek derslerle dolu bir anılar buketi yolladı. Sipahioğlu’nun anısına sunuyorum:
Vakit geliyor, hazır ol!
 
“Gökşin abi, 101. Bulvar Murat’taki ofisini boşalttığı gün, ben de eşimle yeni doğmuş kızımızı el öpmesi için ona götürmüştüm. 20. yüzyıl dünyasına damga vuran olaylara ilişkin kupürleri birlikte kutulara koymuştuk. O kupürlerden birkaçını geçen ayki ziyaretimde büyükçe bir zarfla elime tutuşturdu: ‘Benimle ilgili konuşacağın günler yaklaşıyor. Ülkemde yaptığım çalışmaları bilmeyen çoğu meslektaşım, beni yapmadıklarımdan ötürü suçlayacak. Hazırlıklı ol’ diye vasiyet etti.
Çoğumuzun bilmediklerinden, pek azını buraya yazabildim:
Hemingway’in açık göğsü
 
Kadıköy Spor’da oynarken, bir yandan da ’Sait Ceylan’ takma adıyla spor yazarlığı yaptı; hem takımı hem kendini eleştirdi.
Âşık olduğu veremli bir kadının derdine çare bulunsun diye iki yıl veremle savaş araştırması yaptı.
1961’de foto muhabiri olup devrim sonrası Arnavutluk’a, Küba’ya, dünyada ilk giren gazeteci oldu.
Nâzım Hikmet’le, hiçbir yerde yayımlatamadığı ‘Elhamdülillah Komünistim’ başlıklı röportajı yaptı.
Paris’te sevgilisini yiyen bir Japon’a ilişkin fotoğraflarımı kullanmadı.
Meslek hayatımın ilk ve tek paparazzi işi olan sarhoş Margot Hemingway’in göğsü açık fotoğraflarını kullanmadı. Oysa ajansa büyük havalarla gitmiştim. Gökşin abim hem beni azarladı, hem de Margot’nun kocasına telefon açıp, filmleri ona verdi.
İnsanların zayıf hallerinden yararlanmamayı bana öğretmiş oldu.
Legion d’Honneur’ü vardı ama sarı basın kartı geri alınmıştı
Jacques Chirac’ın biyografisinde, bizzat Legion d’Honneur taktığı Gökşin Sipahioğlu’na ilişkin anlattığı anekdot, bence onun nasıl biri olduğunu kanıtlıyor:
‘1987’de eşim Bernadette ile Cannes’da tatile gittiğimde biri bana doğru gelerek “Merhaba Sayın Chirac” deyip elini uzattı. Elimi uzatıp, yüzüne baktığımda Jean Marie Le Pen olduğunu gördüm. Hemen elimi çekip sırtımı döndüm ama artık çok geçti. Zira Le Pen bana tuzak kurmuştu ve yanındaki fotoğrafçı bizi tokalaşırken çekmişti.’
Bu fotoğrafı dünyaya dağıtsın diye Gökşin abiye getirirler. O, kullanıldığı takdirde Chirac’ın sonu olacak bu fotoğrafı satın alır, ama kullanmak ya da dünya medyasına dağıtmak için değil… Chirac’ı arar. Chirac fotoğrafı satın almak ister ama Gökşin abi, fotoğrafı ona negatifiyle birlikte hediye eder.
İşte onu ‘Le Grand Turc’ (‘Büyük Türk’) yapan da budur.
Ancak canından çok sevdiği ülkesinin medya dünyası, yine 80’li yıllarda onu basın kartından bile mahrum bırakmıştı.
Gökşin abim!
Bana ve yüzlerce meslektaşıma, arkadaşıma öğrettiğin evrensel gazetecilik anlayışından hiç sapmayacağım ve elime tutuşturduğun kupürlerinle dolu büyük zarfı, ben de kızıma miras bırakacağım.”