Anadolu coğrafyasının zenginliği herkesin dilindedir. Adeta övüncümüz olan doğanın bize karşı cömertliğinin nasıl bir şans olduğunu çoğu zaman görmezden gelsek de, sahip olduğumuz bu değerler, zamanı geldiğinde hemen sahiplenilir. Özellikle son dönemlerde sıklıkla yaptığım yurt içi seyahatlerimde, beni her gördüğümde şaşırtan bir güzelliğe sahip Tuz Gölü’nün yanından hızla geçip giden arabalardaki insanlar ne kaçırdıklarını bilmez. Oysa Tuz Gölü bizim elmas madenimiz sayılabilir.

Üretimi en kolay olan bu mineral, ülkemizde insan ve hayvan besini olarak, deri üretiminde ve kimya sanayiinde kullanılmakta. 210 milyon ton yüzey rezervi olduğu düşünülen düsünülen Tuz Gölü, Lût Gölü’nden sonra dünyanın en tuzlu ikinci gölü. Tuz ihtiyacımızın %55’ini sağladığımız, kapalı bir havza konumundaki göl, yanlış sulama politikalari ve kuraklık dışında yoğun bir kirlilik sorunuyla da boğuşuyor.

Sivil toplum örgütleri ve bilim insanları gölü kurtarmak için çalışmakta. AB uyum süreci çerçevesinde birkaç yıl içinde, göl çevresindeki yerleşim merkezlerine atık su arıtma tesisleri kurulması planlanıyor. Ancak frene basılsa bile, artık çok geç olduğunu düşünenler de var.

Çankırı Tuz Madeni

Çankırı’nın 20 km doğusunda, Balibagi Köyü yakınlarındaki tuz madeni, beş bin yildir insanlığa hizmet ediyor. Hititler’den beri farklı teknolojilerle kullanılan bu maden, 2003 yılında özelleştirildi. Tuz yataklarında günde 500-1000 ton kaya tuzu çıkarılmakta. Bu tuzlar granül, dökme kaya tuzu, karayolları tuzu ve yalama tuzu olarak yurt içinde dağıtılıyor. Birçok galeriden oluşan madende, iş makineleri yardımıyla çalışılıyor. 850 milyon ton rezerv olduğu düşünülen maden, Türkiye’nin 400 yıllık tuz ihtiyacini karşılayabilecek kapasitede.

Dev galerilerden oluşan bu madende, kaya tuzları dinamit patlatma yöntemiyle elde ediliyor. İş makinelerinin girebileceği kadar geniş olan galeride kaya tuzu, kamyonlar yardımıyla taşınıyor. Araçlardan yayılan egzoz gazi, “nefeslik” adı verilen, havalandırma bacaları sayesinde dışarı atılabiliyor. Her gün yeni patlamalarla genişleyen tuz madeninin üzerine kurulduğu damarın kilometrelerce uzandığı tahmin ediliyor. Bu da madendeki çalışmaların yoğunluğunun bir göstergesi. Bir yanda dinamitlerin yerleştirileceği delikler açılırken, diğer yanda bilek gücüyle yalama tuzu kırılıyor.

Çankırı’daki bu madenden çıkarılan kaya tuzunun saflık oranı %85 ile %95 arasında değişiyor. Günde 200 ton dinamit patlatılan tuz madeninin koridorları 14-15 metre genişliğinde ve 11 metre yüksekliğinde. Yerin 150 metre altındaki bu tuz damarı, çoktan yabancıların ilgisini çekmiş. Özellikle sağlık turizmi açısından büyük bir potansiyel olan maden, milyonlarca yıl önce bir iç deniz olduğu düsünülen Çankırı’nın sahip olduğu en eski ve en değerli miras.

Üretimin talebe bağlı olarak belirlendiği madende, sadece yurt içinde tüketilecek tuz çıkarılıyor. Özelleştirme öncesiyle kıyaslandığında üretim maliyetleri azalmış görünüyor. Daha az personelle daha fazla üretim hedefi tutturulmuş olsa da, sağlık turizmiyle daha az emekle daha fazla getiri sağlanabilir.

Sodyum klorür olarak adlandırılan tuz, aslında koruyucu bir madde. Bu özelliğinin ne kadar güçlü olduğu, uzun yıllar önce ayağı kırılarak mağarada ölen eşeğin hâlâ eski formunu koruyor olmasından da anlaşılıyor. Mağarayı  ziyaret edenlerin ilgisini çeken eşek, 1982 yılında bu ortamdan çıkarılmış. Bozulmalar başlayınca da, tekrar geri getirilmiş.

Yurt dışında son derece modern görüntüler çizen tuz mağaraları, sağlık turizminin ayrılmaz bir parçası kabul ediliyor. Bu ülkeler, tuza sahip olmasalar bile, ithal tuzları odaların duvarlarına döşeyerek turizme kaynak yaratıyor. Spelioterapi olarak adlandırılan tuz mağarası tedavileri, sağladıkları steril ortam sayesinde, alerjik hastalıklara, bronşite, astıma, bazı deri hastalıklarına iyi geliyor. İyileştirici etkiler, uzun süreli tedavilerde ortaya çıkıyor. Bu da sağlık turizminde tuz mağarlarının önemini ortaya koyuyor.

Çankırı’nın sahip olduğu bu zenginlik, sağlık turizmine kazandırıldığı takdirde, tuz üretimi ikinci plana bile atılabilir. Böyle bir madenin varlığı, insanlara verecegi şifa, dünyanın dört bir yanından turisti Çankırı’ya çekecektir. Bu da sadece tuz madenini degil, bölgeyi de geliştirecek, zenginleştirecek imkânlari doğuracaktır.

Dünyada sağlık turizmine hizmet veren tuz mağaralarını doganin bize sunduğu hastaneler olarak düşünebiliriz. Sadece bedeni değil, ruhu da tedavi edici özelliği olan tuz, tıpkı masalin anlattığı gibi, dünyanın en değerli hazinesi.