Denizli’nin 18 km kuzeyindeki Hierapolis antik kenti, M.Ö. 2. yy başlarında, efsanevi kahraman Telefos’un güzeller güzeli eşi Hiera’nın adına kurulmuştur. Hierapolis, kutsal şehir anlamına gelir.

Ölümün kapısını çalmadığı canlı yok. Ölüler diyarının kalabalığı, kendi dünyalarını anlatamaz ama bu dünyaya dair ipuçlarını verir. Sessizce yattıkları mezarlarında, gün ışığına çıkmayı bekleyen milyonlarca sır vardır. Bu sırlar ortaya çıktığında, ölüler diyarının kapısı açılacaktır. Tüm insanlık bu anı bekler… O an geldiğinde, yerkürenin yüzü bir daha eskisi gibi olmayacaktır.

Kutsal kitaplar dünyanın sonunu açıklar. Kıyametin alametleri pek çoktur ve tüm anlatılanlar, ilk insandan beri hep korkulanlar olmuştur. Doğal felaketlerin dışında salgınlar, savaşlar yüzlerce yıldır insan türüne haberci olmuştur. Beklenen sona daha ulaşılamamıştır ama ölüm, bu son için tüm insanlığı hazırlamaktadır.

Denizli’nin 18 km kuzeyindeki Hierapolis antik kenti, M.Ö. 2. yy başlarında, efsanevi kahraman Telefos’un güzeller güzeli eşi Hiera’nın adına kurulmuştur. Hierapolis, kutsal şehir anlamına gelir. Kent, M.Ö. 133’te Bergama kralı III. Attalos’un vasiyeti üzerine, Bergama ile birlikte Romalılar’a geçmiştir. Roma imparatoru Tiberius döneminde şiddetli bir depremle yerle bir olan Hierapolis’in kaderinde, depremler hep var olacaktır. M.S. 80 yılında Hz. İsa’nın havarilerinden Aziz Philippe’in burada öldürülmesi, kenti Hıristiyanlık alemi için önemli kılar. Sahip olduğu önem, o günden bugüne hiç değişmemiştir.

Ölümün Sırrı Ne?

Antik çağların önemli şehri olan Hierapolis’te, geniş nekropol alanları vardır. Nekropoldeki mezarlar arasında lahitler, tümülüsler ve ev şeklinde olanları görülebilir. Konut mimarisini anımsatan mezar yapıları, nekropolün en önemli elemanları sayılır. Anadolu’daki en geniş ve en iyi korunmuş mezar alanlarından biri olan bu Nekropol’de ölümün sırrı da gizlidir.

Deprem kuşağı üzerinde bulunan kent, M.S. 60 yılındaki büyük depreme kadar, Hellenistik dokusunu korumuştur. Bu büyük depremin ardından Hierapolis, bir Roma kenti olarak yeniden inşa edilmiştir. M.S. 4. yüzyıldan itibaren piskoposluk merkezi olan kent, aynı zamanda şifalı sularıyla da ün kazanmıştır. Bölgedeki sıcak yer altı su kaynakları, Hierapolis’i daha o dönemlerde önemli bir sağlık merkezi haline getirmiştir.

İlk Hıristiyanlar’ın yaşadıkları bu topraklar, Küçük Asya’nın yedi kilisesini barındırır. Roma, resmi din kabul edinceye kadar, Hıristiyanlık’ın gerekleri gizlice evlerde yerine getirilecektir. İlk inananlar bu dini bu şekilde yayacaklardır. İşte bu nedenle, bu bölgenin önemi büyüktür. Lykos Vadisi’nde M.S. 40-50 yıllarından itibaren Hıristiyanlık yayılmaya başlar. İnsanlar arasında ayrım yapmadan herkesi eşit kabul eden Hıristiyanlık, Roma baskısı altında olan halk arasında hızla yayılmıştır.

Bu şehrin ılık suları, daha o dönemlerde hastalıklarına şifa aramak isteyen insanları kendine çekmiştir. Tedavi için tapınaklar kurulmuş, hastaların uzun banyolar yapmasına olanak veren sistemler oluşturulmuştur.

Ölüler Ülkesine Yolculuk

Ilık sularıyla şifa dağıtan Hierapolis’te ölüme giden yol Apollon Tapınağı’nın altındadır. Ölüler ülkesinin Tanrısı bu tapınağın altında yaşar. Hakimiyet kurduğu dünyanın giriş kapısında bir tavuskuşu bekçilik eder. Bu kapı sadece ölüler diyarına açılmaz, bu kapının ardında dünyayı yöneten güçlerin de sırları yatar. Bu sırları çözebilmek için bu kapıdan girmek gerekir.

50 yıldır İtalyanlar’ın yürüttükleri kazılar boyunca Hiyerapolis’te tarihi öneme sahip sayısız eser bulundu. Bugün türlerinin en güzel örnekleri Hiyerapolis Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor. Ölüler ülkesinin Tanrısı Hades’in heykeli de burada bulunuyor. Aşık olduğu Persephone’yi kaçırmasını konu eden sahneler, tarih boyunca sayısız lahitte, hatta sikkelerde yerini buldu. Hades, bir diğer adıyla Pluto; her çağda ününü korudu.

Tarihte Hades’in ülkesine gidip, geri dönenler vardır. Ölüler diyarına gidebilmek için sıranın gelmesi gerekir. Bu, yazgıdır. Bu yazgıyı kimse değiştiremez. Ölümden korkan herkes sessizce yazgının gelmesini bekler. Yazgı geldiğinde herkes için kaçınılmaz olan son gerçekleşir. Ölüm bu bölgede yaşayanlara herkesten daha yakındır. Cehenneme inen merdivenler ayaklarının altında uzanır. Ve ölümün kapısına yaklaşan herkesi bekleyen son aynıdır.

Hades’i uyandırmadan, ülkesine girmenin tek bir yolu vardır. Ölüler diyarına açılan kapının kilidini açmak için bilimin eli tutulmuştur. MTA Karst ve Mağara Araştırmaları ekibi Hades’in dünyasına girmeye kararlı olan Coşkun Aral’a yardımcı olmuştur.

Ölüler Diyarının Kapısı Açıldı

Lütfü Nazik, Emrullah Özel, Koray Törk ve Umut Akçakaya’dan oluşan dört kişilik uzman ekip, Coşkun Aral’la birlikte ölüler ülkesinin kapısını çaldı. Bunun için gerekli tüm hazırlıklar yapıldı. 1979 yılında MTA Jeoloji Etütleri Dairesi bünyesinde kurulan ve bugün farklı disipline sahip elemanlardan oluşan Karst ve Mağara Araştırmaları Birimi, bugüne kadar ülkemizdeki 490 mağaranın detay incelemelerini yapmış. Detay incelemenin kapsamına, mağaraların jeolojik, jeomorfolojik, hidrolojik-hidrojeolojik, meteorolojik ve biyolojik özelliklerinin incelenmesi giriyor.

Gerekli teknik donanımlar hazırlandıktan ve özel kıyafetler giyildikten sonra, ekip içeri girmeye hazırdı. Tehlike anında yanlarında taşıdıkları gaz ölçer aletler sinyal verecek, baretlerindeki karbit lambalar da, oksijen bittiğinde sönecekti.

Kapı taşla örülmüş durumdaydı. Bunun nedeni içeride bulunan zehirli gazlardı. MTA ekibinin ölçümlerine göre, karbondioksit oksijen seviyesinin 10 kat üzerinde. Bu da ölümle aynı anlama gelir. Yapılan ölçümler, Hades’in öldürücü gücünü de açıklamış olur.

Giriş için oksijen tüpü kullanılmış ve Hades’in dünyasına adım atılmıştır.

Hades’e giden yol, bölgeye şifa dağıtan termal suların kaynağına çok yakın. Bu suların yeryüzünü gördükleri ilk nokta burası. Suyun içindeki gazlar burada hızla havaya karışıyor. Karbondioksit oranı yüksek olduğu için, ölüler diyarına açıldığı düşünülen bu kapı, ölüm getiriyor.

Sır çözülmüştür. Hades’in binlerce yıldır dağıttığı ölümü, bölgedeki termal kaynak beslemiştir. Binlerce yıldır insanlara şifa olan bu ılık sularda, başta ölüm vardır. Ölüm getiren su, kaynağını aldığı noktadan biraz uzakta, iyileştirici gücünü sunar. Bu iyileştirici güç, bu topraklardaki kesintisiz yerleşimlerin tek nedenidir. Çünkü burada su, inançla birleşmiş ve hayatları şekillendirmiştir.