Serap Torun’un gerçekleştirdiği bu röportaj, 5 Eylül 2017’de Hürriyet PembeNar’da yayınlanmıştır.
Uluslararası bir haberci, belgesel yapımcısı, fotoğrafçı… Kendisi, fotoğrafçılığı tarif ederken “göz tanıklığı” diyor. Fotoğrafı bu tanıklığın belgesi olarak ortaya koyuyor. Dünyadaki savaşlardan, içimizdeki iyi ve kötünün savaşından söz ediyoruz, “Ben iyiyim diyemem, iyi olmaya çalışıyorum, kötü de olabilirim ama korkuyorum. Yapılan her şeyin hayatta bir karşılığı var.” diyor.
Coşkun Aral, 1 Mayıs doğumlu, 1977’deki 1 Mayıs olayları hayatının dönüm noktası oluyor. Savaş Ay ile çektikleri fotoğraflar uluslararası dergi ve gazetelerde yer alıyor. Ardından 1980 yılında bindiği uçak kaçırılıyor, korsanlarla haber yapıyor. Savaş muhabirliği için ise “Ben haberciyim ama festivalden çok savaş haberi yaptım.” diyor ve durumu biraz o anki şartlara bağlıyor. Dünya üzerinde ayak basmadığı yer kalmamış. Yaptığı belgeseller iz bırakıyor. Söyleşileri, sergileri her biri farklı bir temada.
Hayatı ne zaman sorgulamaya başladınız?
Ben tabut ve beşiğin aynı mekânda olduğu, silahın, ölmenin ve öldürmenin kutsandığı bir coğrafyada büyüdüm. Benden önce iki çocuğunu kaybeden annem, Siirt’te bir türbeye benim yaşamam için adak adamış. Aynı dönemde attan düşüyor ve ayağı kırılıyor. Hayatıma dair aklımda kalan ilk fotoğrafta bir tarafta tabut, bir tarafta beşik ve öte yanda annemin kırılan ayağını kullanabilmesi için ona yardımcı olmaya çalışan insanlar var.
Zaman zaman dejavularım olmuştur. Afganistan’da ben de attan düştüm ve o zaman da bu fotoğrafı hatırladım. Bunları yaşarken hafızamda geri gittiğimde hep bir tarafta tabut bir tarafta beşik, annemin kırılan ayağı ve Siirt’te doktoru olmayan sağlık ocağının görüntüsü gözümün önüne gelir.
Anne tarafım dini inançları güçlü, kıymetli, okumuş insanlar yetiştirmiş bir aile. Baba tarafım ise demokrat, cumhuriyetçi bir aile. O dönemde babam Ankara, Siirt arası bürokrasi ve iş hayatının içinde ayakta kalma çabası veriyor.
Çocukluğumda aile içinde aklımın almadığı âdetler gördüm. Kuzenlerimle görüştüğümde kızlara ayrı erkeklere ayrı davranışlar, yaklaşımlar olduğunu fark ettim. İlk ayırımcılığa burada şahit oldum Bana çok tuhaf gelmişti. Meselâ, teyzemi 17 yaşımdan sonra hiç görmedim. Eşini kaybetti. Eşini kaybeden kadın kapatılıyor. Teyzemden ancak vefat ettiğinde haberim oldu. Bunların olduğu bir coğrafyada yaşıyoruz.
Sağlıksızlığım nedeniyle annem beni 5 – 6 yaşlarında İstanbul’da halamın yanına gönderdi. Oraya gittiğimde ise ötekileşmenin ne demek olduğunu anladım. Okula kayıt yapılırken iki tane belge eksik olduğu için misafir öğrenci olarak kaydım yapıldı. Artık ben İstanbul’da bir Siirtliydim. Daha sonra tekrar Siirt’e geri döndüm. Bunlar beni hem zenginleştirdi hem de bugünkü siyah beyaz dünyanın izlerini beynimin her tarafına yerleştirdi. Şimdi düşünüyorum da o yaşta çocuk sorgular mı? Evet sorgular.
Gazeteci olmaya nasıl karar verdiniz?
İlk önce doktor olmak istedim çünkü doktor olan dayım benim idolümdü. Doktor olarak Siirt’e gelen ilk hükümet tabibiydi. Onun ilk operasyonlarında hep yanındaydım. O dönemde ailemin içinde daha farklı dünya görüşü olan kuzenim bana ilk fotoğraf makinamı hediye etmişti. Böylelikle çevremdeki olaylara göz tanığı olmaya başladım. Ailemiz geniş olduğu için çok fazla geziyorduk, gittiğim her yerde Türkiye’nin her bölgesinde fotoğraflar çekiyordum. Çektiğim fotoğraflar benim yaşadıklarımın sadece bana özel olmadığını, aslında bu coğrafyada pek çok insanın bu şartlarda yaşadığını gösteriyordu. Merakım ve gözlem yeteneğim de rol oynadı.
Muhabir olarak savaşa gitmek nasıl oldu?
Gazetenin üç gün gecikmeli geldiği bir bölgede, dünyada olan bitenleri Doğan Kardeş dergisinden takip ediyordum. O zamanlar okuduğum ve altını çizdiğim isimler Ara Güler, Hikmet Feridun Es, Abidin Dino. O dergiler, gazeteler daha sonra annemin arşivinde elime geçti. Yaşama göz tanığı olmak için teknolojiden faydalanarak bu anları ölümsüz kılmak istedim. Bu benim merakımdı. Göz tanığı olmak, o anı belgelemek önemliydi. Yarın biri beni aldatabilir veya üç gün sonra ben farklı şeyler söyleyebilirim ama fotoğraf bir belge olarak kalır. Bu nedenle foto muhabiri oldum. Bunları yaparken düğünden fazla savaşa tanık oldum ama bu beni sadece savaş muhabiri yapmıyor. Savaş muhabirliği birtakım insanların da teşvikiyle yaptığım mesleğimin bir bölümüydü. Keşke tanık olmasaydım demiyorum. Çünkü olmam gerekiyormuş. İnsanoğlunun güzelliklerine tanık olmak kadar acılarını da gözlemleyerek aktarabilmek gerekiyor.
Savaşın içindeki kadın ve çocuklar için neler söyleyebilirsiniz?
Savaşta kadın, çocuk, erkek hiçbir fark yok. Sadece insan var. Yeri gelmiş orada savaşan da ağlamıştır ben de ağlamışımdır. İnsanoğlu herkesi öldürebilir, bir kere yapması yeterli. Öldürmek, insanlık tarihinde hiçbir ırkın tekelinde değil. Fransız ihtilalinde cellat, balta kaldırmaktan yoruluyor. Ölüm şekli korkunç, binlerce kişi idam ediliyor. Buna daha insanca bir çözüm olarak bir alet yapalım daha hızlı kessin deniyor ve giyotin yapılıyor. Önemli olan bunların yaşanmaması için nelerin yapılması gerektiğini bulmak. Bunları araştırmak gerekiyor. İnsanı insan yapan salgıları ve dolayısıyla algıları. Salgılar içimizdeki haz duygusunu yönetiyor ve davranışlarımızı belirliyor. Bunları doğru yönetmeye kafa yorulmalı.
Bizim gibi toplumlarda en büyük sorun empati yapmayı bilmediğimiz için hak vermek ile anlamayı aynı şey gibi görmemiz. Ben iyiyim diyemem iyi olmaya çalışıyorum, kötü de olabilirim ama korkuyorum. Yapılan her şeyin hayatta bir karşılığı var. Bunun yanı sıra yapılan bir olayın, yapılış sebeplerini anlayabilirim. Bu, hak verdiğim anlamına gelmiyor. Dünyayı anlamak için geniş açıdan bakmak gerekiyor. Bugüne kadarki göz tanıklıklarımı Haberci’de yayınlıyorum.