Müge Aral ve Coşkun Aral tarafından Haberci Yapım imzasıyla 2014’te hazırlanan 65 dakikalık Darüşşafaka filminden tadımlık bir bölüm şimdi Haberci.com’da yayında.

150 yıldır ayakta olan Darüşşafaka’nın hikayesi İz Tv’de ekrana geliyor. Eğitim alanındaki ilk sivil toplum kuruluşu olan Darüşşafaka’nın geçmişten geleceğe uzanan hikayesini yine Darüşşafakalılar anlatıyor. Büyük bir ailenin üyeleri olan Darüşşafakalılar, hayatlarındaki değişimi paylaşıyor.

Filmin hazırlanmasının ardından Darüşşafaka’ya konuşan Müge Aral ve Coşkun Aral’ın söyleşinin tam metnini ise aşağıda okuyabilirsiniz.

[su_divider]

Müge Aral: “Birkaç tane daha Darüşşafaka olursa, Türkiye’yi kimse tutamaz”

Son altı-yedi yıldır İz TV’de yayınlanmak üzere belgeseller hazırlayan Müge Aral, Darüşşafaka filmi için 2012 Ağustos’unda başlanan çalışmalar hız kesmeden sürdüğünü ve yaklaşık 70 saatlik çekim yapıldığını belirtiyor. Aral, bu çekimlerin özverili bir çalışmayla damıtılarak, Darüşşafaka’nın felsefesini en iyi anlatacak bir saatlik son haline getirildiğini kaydediyor.

Darüşşafaka için film hazırlanması teklifi ilk geldiğinde neler hissetmiştiniz?

Çok heyecanlandım tabii ki… Darüşşafaka’yı ismen biliyordum, eğitiminden de haberim vardı. Darüşşafaka mezunlarının çok başarılı oldukları kafama kazınmış mesela. Film çekimleriyle birlikte okulu tanımaya başlayınca dilden dile dolaşan Darüşşafakalılığın ne demek olduğunu daha iyi öğrendim. Burası gerçekten çok özel bir kurum ve o yeşil-siyah kapıdan girer girmez sahip olduğu enerjiyle insanı sarıp sarmalıyor.

Filmin yapım sürecinde öğrencilerimizde, mezunlarımızda, bağışçılarımızda gördüğünüz neler sizde iz bıraktı?

Beni en çok etkileyen Darüşşafaka’ya duydukları benzersiz sevgi ve bağlılık. Tüm öğrenciler kendilerini büyük bir ailenin parçası gibi hissediyorlar ve ailelerini hiç bırakmıyorlar. Bu aidiyet, bağlılık beni çok etkiledi. Bağışçılara da büyük hayranlık duyuyorum. İnsanların büyük bir güvenle Darüşşafaka’ya bağış yapmaları, kurumun ne kadar güven verdiğini de gösteriyor çünkü herkes biliyor ki, Darüşşafaka sadece öğrencilerine değil, kendini Darüşşafakalı hisseden herkese kollarını açıyor.

Nasıl yola çıktınız ve süreç nasıl devam etti?

150 yıllık bir kurumu kısa sürede anlatmak çok zorlayıcı. Tabii ki süreçte Darüşşafakalıların desteğini aldık. Bu destek sayesinde bizler de felsefeyi özümsedik, öyle ki kendimi Darüşşafakalı hissetmeye başladım.

Darüşşafaka’yı nasıl anlattınız? Neleri ön plana çıkarmak istediniz?

Kurumun geçmişinden çok bugününü anlatmaya çalıştık ama tabii geçmişi de gözardı edemezdik. Üç küçük Darüşşafakalıyı takip ettik. İlk Rozerin’le tanıştık, Bitlis’e gittik. Ailesiyle birlikte vakit geçirdik. Ailenin her bir üyesi Rozerin Darüşşafaka’ya gireceği için çok mutluydu. Sonra Eren’le ve Şevval’le tanıştık. Hepsinin ailesi okulu benimsemiş, güvenmiş ve çocukları Darüşşafakalı olduğu için büyük gurur duyuyordu. Zaten okulu görüp de güven duymamak mümkün değil. Rezidansları gezdik, bağışçılarla görüştük. Keza onların duydukları güvene bizler de ortak olduk. Ön plana çıkarılması gereken çok şey vardı ama daha çok insanlara Darüşşafaka’yı yaşatan felsefeyi vermeye çalıştık.

Darüşşafaka’nın Türkiye için önemi nedir sizce?

Eğer birkaç tane daha Darüşşafaka olursa, Türkiye’yi kimse tutamaz.

Darüşşafaka’nın filmini hazırlamış olmak sizin için ne ifade ediyor?

Hazırladığımız belgesellerin hepsiyle bir bağ kuruyorum, işimi sahipleniyorum. Darüşşafaka’da bunun olacağı daha ismini duyduğumda belliydi zaten. Nitekim öyle de oldu. Çok sahiplendim, “yapmak zorundayız”dan çok “yapmak istiyoruz” şeklinde hissettik. Darüşşafaka’yı yakından tanıdığım için çok mutluyum.

Coşkun Aral:
“Bu belgesel filmi çekerken çok şey öğrendim”

Coşkun Aral, profesyonel gazetecilik hayatına 1974 yılında Günaydın gazetesinde başladı. 1977 yılının 1 Mayıs’ında çektiği fotoğraflarla yurt dışında tanındı. 1977-80 arası Sipa Press’in Türkiye muhabirliğini sürdürdü. Genç yaşta yurt dışında çeşitli geziler yaptı. 1980 darbesinden sonra Paris’e yerleşti, 1993 yılına kadar dünyanın her yanında foto muhabir olarak çalıştı. 1993’te Türkiye’ye döndü. Savaş Ay ile birlikte A Takımı’nda televizyonculuğa başladı, daha sonra 2000 yılına kadar Haberci programını yaptı ve 2003’ten sonra Show TV’de çalıştı. Ardından ‘inadına belgesel’ dedi ve otobüsle Türkiye’yi dolaşıp belgesel gösterimleri yaptı. “Çok zengin bir ülkedeyiz. Ama ne yazık ki insanımız çoğunu bilmiyor. Amacımız bilgi taşımak, bilgiyi halkın anlayacağı bir üslupla belgesele dönüştürerek izletmek” diyor.

Darüşşafaka’nın filmini yapma sürecinizi sizden dinleyebilir miyiz?

Hep dışarıdan tanıdığımız o muhteşem kurumun belgesel filmini yapmamızı istediler. Böylece Darüşşafaka’nın bizim için çok değerli olan 150 yılının bir özetini yapmaya çalıştık. Eşim Müge, “Ben ilk kez Bitlis’e gidiyorum, ilk kez o coğrafyadan çıkmış babasını kaybetmiş bir kız çocuğunu tanıyorum, onu evinden alma öykümüzle başladığımızda muhteşem olur” dedi. Açıkçası ben de “Muhteşem olur” dedim. Çünkü, Darüşşafaka’nın kuruluş amacı o. Ayrım gözetmeksizin Anadolu’nun tümüne hedef kitle olarak bakıyor. Rozerin kızımız böyle bir şeyin araştırmasını oradayken yapan ve hayatındaki değişimi önceden gören bir çocuk. Böyle bir kurum var karşınızda, bunun yaşaması için hep birlikte ne yapabiliriz? Bunun benzerlerini yapabilir miyiz? Ben çok açık söylüyorum, bağışçı olmak için can atıyorum. Böyle bir okulun Türkiye’nin başka yerlerinde de olmasını isterim. Çünkü bu ülkenin sağlıklı eğitilmiş insanlara ihtiyacı var her alanda. Ülkeye barışı, akıllı ve çalışkan insanlar getirir. Öncelikle doğamızı bilelim, kendimizi bilelim, önünden geçtiğimiz binanın ne olduğunu bilelim. İşte bize o yüzden Darüşşafakalar lazım. Bütün çocukların aynı eğitimden faydalanmalarını arzu ederim.

Darüşşafaka’da sizi en çok neler etkiledi?

Annesini veya babasını yitirmiş bir çocuğun, okula geldiği günü ben sizin okulda gördüm. O çocuğun kendisini getiren ebeveynine sarılması… Onsuz kaldığı günler yaşadıkları, ama orada o sürenin Darüşşafaka’nın şefkat yuvası olması özelliğinde kısalması, sonra kardeşe yakın bir arkadaş hissi, onlarla eksikliklerini giderme, ama bütün bunların içinde bilgi ve onun yarattığı özgüvenle dünyaya adım atmayı öğrenmeleri. Bu belgesel filmi çekerken çok şey öğrendim ben. Özgüven nedir? Çocuklarımızdan bir tanesi dedi ki: “Okulda bazı şeylerin eksik olduğunu öğretmenlerimize söyledik, birlikte düzeltmek için yol aradık.” Çocuğun bunu söyleme imkânını yaratması bile o okulun ne kadar yüce bir okul olduğunu gösteriyor. Ben bunlara tanık oldum. Darüşşafaka’da yemek seçme, yemek israfı gibi lüksler yok, dünyada da gelişmiş ülkelerde böyle bir israf yok. İyi ki Darüşşafaka var, ben bütün okulların Darüşşafaka’ya bir ziyaret yapmasını isterim. Oradaki çocukları orada görmelerini isterim, çünkü bir ağabey, abla olayını gerçekten 13-14 yaşlarında alıyorlar. Liderliği o yaşlarda elde ediyorlar. Darüşşafaka’dan daha ortaokuldayken dünyanın öbür ucunda kendi okulunu temsil edecek nitelikte çocuklar çıkıyor, ne mutlu…