Ürün Dirier’in hazırladığı bu Coşkun Aral röportajı, ilk olarak haber, kültür ve sanat sitesi Karar.com’da yayımlandı.
Dünyaca ünlü savaş fotoğrafçısı Coşkun Aral, savaş ortamında beynin alkol benzeri bir madde ürettiğini ve bu maddenin etkisindeki insanın her türlü vahşeti yapabileceğini söyledi.
Dünyaca ünlü savaş fotoğrafçısı Coşkun Aral ile savaş haberciliği ve sosyal medyada artık normalleşen provokatif sahte fotoğraf paylaşımı konularını konuştuk. İnsanın savaş ortamında her türlü vahşeti yapabileceğine bizzat tanık olduğunu söyleyen Aral, “İnsan belli bir aşamadan sonra yamyam bile olur” dedi.
İnternette savaş bölgelerine ait doğruluğu belli olmayan bilgi ve fotoğraflar havada uçuşuyor. Bunu bir savaş muhabiri olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sırf şimdi değil, eskiden de sahte fotoğraflar yayınlanırdı Türkiye’de. Savaş bölgesine adım atmamış birçok ünlü gazeteci, savaş bölgesinden sözde fotoğraflar yayınlardı. Ben o savaş bölgelerinde yaşadığım için orada olmadıklarını bilirdim. O dönemler ulaşım ve denetleme çok az olduğundan yapanın yanına kar kalırdı yaptığı. Yıllar sonra ortaya çıkar, kendi aramızda dalga geçerdik. Ama o zamanlar kol kırılır yen içinde kalırdı. Zagreb’e gidip Saraybosna’ya girdim diye haber yapanlar mı ararsınız, PKK’lılarla görüştük ya da ya da ASALA kamplarına girdik diyenler mi ararsınız. Şimdi sosyal medyada gerçek bir saatte ortaya çıkıyor. Google’ın bir fotoğraf programı var, bir fotoğrafın ya da benzerinin daha önce ne zaman ve nerede çekildiğini çıkarıyor önünüze. Dünyada hukukun olduğu, basın ahlak ve etiğinin yönetimlere göre değişmediği, okuyucu ve izleyicinin yargıç değil sorgulayıcı olduğu her yerde bu tür şeyler olur. Ama yapanın yanına kar kalmaz. 10 yıl sonra da ortaya çıksa meslek örgütleri o kişiyi dışlar. Yalnız yargılamayı devlet değil meslek odaları yapmalı.
Örneği var mı dünyada benzer bir dışlamanın?
1991 yılında Amerikan ordusunun Körfez savaşında Kuveyt’i kurtarmak için yaptığı operasyonda çekilmiş iki ayrı fotoğrafı bir fotoğrafmış gibi gösteren fotoğrafçı hala işsiz. Arkada elleri gözleri bağlı esirler ile, ön tarafta elindeki silahı esirlere doğrultmuş bir Amerikan askeri vardı fotoğrafta. O zamanlar photoshop yeni çıktığı için ilk zamanlar gerçeği kimse anlamadı. Gerçek ortaya çıkınca o fotoğrafçı basın meslek örgütleri tarafından meslekten dışlandı.
Basın savaş haberciliği konusunda sizce özgür mü ya da özgür olmalı mı?
Amerika’dan örnek verelim. Amerika diyor ki suyun kaynama derecesi 100 derece, 90 dereceye kadar herşeyi yapabilirsin. 90-100 arası bölüm benim devletimin çıkarlarıdır. Oraya girmeyeceksin diyor. Gireni de cezalandırıyor. Birleşik Devletler’de 30-40 yıllık ambargolu haberler var hala. Mesela, Amerikan ordusu Vietnam savaşında kendisine isyan eden bir birliğine karşı gaz kullandı. Bunu çok kişi biliyor. Aradan yıllar geçti. Olaya şahit olan bir asker konuyla ilgili CNN International’a açıklama yaptı. Bu açıklamayı haberleştiren, dönemin en ünlü programcılarından Peter Arnett işten atıldı. Adam 20 senedir hala işsiz.
Bebek ve çocuk cesetleri sosyal medyada sıkça paylaşılıyor. Gerçekten kasıtlı olarak çocuk-bebek öldürüyor olabilir mi bazı insanlar savaş sırasında?
Bütün savaşlarda siviller kurbandır. Kıbrıs Barış Harekatı’ndan önce en çok kullanılan fotoğraf, küvet içinde öldürülmüş bir kadın ve çocuklarıydı. O dönem o fotoğraf propaganda malzemesi olarak kullanıldı. Bu tür propagandaları ordular da yapıyor, teröristler de, gerilla da. Herkes kendi haklılığını kanıtlamak için bu tarz fotoğraflar kullanır. EMAR’a girdiğimde vücudumun her yerinde bir savaştan kalma bir iz var. Çok sayıda savaş gördüm. Önümde kafa kesilmesi dahil herşeye şahit oldum. Şunu söyleyebilirim ki, savaş insanın hayvandan daha öte, çılgınlıklarını düşünerek planlayıp hayal edilemeyecek vahşetleri uygulayabildiği bir yerdir. Bir savaş durumunda hiç ayırt etmeden bütün tarafların çocuk öldürebileceğine ben kendim şahit oldum.
Bu tür fotoğrafların paylaşılması doğru mu?
İnsanlar bir noktadan sonra bu tür fotoğraflara alışıp tepkisiz kalıyorlar. Herşeyin bir dozu var. Herşey bir oran üzerinde gidiyor. Vahşet görüntüleri de belli bir dozdan sonra etkisizleşir. Ben insanın belli bir aşamadan sonra yamyam bile olabileceğine inananlardanım. Olduğunu da gördüm. İnsan belli bir sınırdan sonra sadece hayatta kalmayı önemsiyor. Geri kalan hiçbir şeyi umursamayabiliyor. Hayatta kalma içgüdüsü devreye girince kontrol bizde olmuyor.
Yüksek doz vahşet hep Afrika ülkelerinde olur gibi geliyor. Bu topraklarda da olabilir mi?
Olabilir tabiki. Maraş’ta, Sivas’ta, Çorum’da katliamlara tanık oldum. Elinde palayla bir adam sırf Alevi diye bir çocuk için katli vaciptir diyebiliyor. İnsanoğlu herşeyi yapar. Coşku ve korku anlarında beyin kendisi alkol etkisi yapan bir madde üretiyor. Beyin o etki altındayken insan herşeyi yapabilir.
Kürt kökenli biri olarak Kürt meselesiyle ilgili düşünceleriniz neler?
Ben Siirtliyim. Baba tarafım Kürt ama hep devletten yana oldu. Bölgenin Atatürk’ün emriyle kurulan ilk un fabrikasını babamla amcam kurmuş. Ailem varlıklı ve Ankara’daki siyasilere yakın bir aileydi. Buna rağmen ötekileşmeyi ben bizzat kendim yaşadım. Mesela Siirt’teki tek çocuk parkı askeriyenin içindeki parktı. Orada ben gidip sallanabiliyordum. Ama arkadaşlarımı götürünce asker onları dövüp kovalardı. Askerin yerele bakışı sömürgeci bakışıydı. Asker, polis, doktor orada kendi isteğiyle bulunmuyordu. Sizin orada mecburiyetten bulunuyor olmanız oradaki insanı etkilemez mi sanıyorsunuz psikolojik olarak. O insandan ne fayda bekleyebilirsiniz. O bölgede mecburi bulunuyor olmak başlı başına sorun. Osmanlı yerelleştirme stratejilerinde çok iyiydi. Doğu’dan aldıkları çocukları enderunlarda yetiştirir, sonra bölgeye gönderirdi.
Asıl sorunumuz merkeziyetçilik öyle mi?
100 yıllık sorunumuz bu bizim, yerel yönetim anlayışının gelişmeyişi. Ankara’daki bürokratın Siirt’teki feodaliteyi tanımasına imkan var mı. Töresi, ailesi herşeyi farklı. Tarımla ilgili bir kanun çıkarıyorsunuz. Bir avuç toprağın hayat kadar önemli olduğu Rize’de de, dekarlarca boş toprağın bulunduğu Urfa’da da aynı kanun geçerli. İspanya da aynı merkeziyetçi yönetim hatasından dolayı yıllarca Bask sorununu yaşadı.
İstanbul’a ilk geldiğinizde hiç öteki hissettiğiniz oldu mu?
Sağlık sorunlarım sebebiyle ailem beni ilkokulda Siirt’ten İstanbul’a gönderdi. Oruç Gazi İlkokuluna. Beni Alex diye Ermeni bir çocukla beraber sınıfın en arka sırasına attılar. Defterim yok, kalemim yok. Kimse bize soru sormuyor, tahtaya kaldırmıyor, ödev vermiyordu. O sınıfta biz yoktuk sanki. Okula asli kaydım bile yapılmadı. Kayıt için gerekli verem savaş raporum da yoktu. Çünkü atanan doktorların Siirt’e gitmemesinden dolayı o raporu verecek dispanser kapalıydı. 60’lardan bahsediyorum. Babam beni görmeye gelir gelmez beni Siirt’e götürmesini istedim ve geri döndüm.